HÜR HABER / HABER MERKEZİ
RÖPORTAJ: HAZAL PALAVAR
Yerel seçim öncesi Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu ikilisi yeni bir parti kurmak için hazırlıkları başladığını öne sürüldü. AK Parti ve MHP'nin ittifakındaki gerçek nedenler nedir? Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki gerginliğin sebebi ne? Pakistan ve Hindistan arasındaki süre gelen savaş neyin habercisi?
Sosyal medyada çok sıkı bir takipçiye sesini duyuran Con Sınov ile beraber gündem ile ilgili birkaç konuyu ele aldık.
25 Şubat tarihinde gündeme bomba gibi bir haber düştü. Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu yeni bir parti kuracağı iddia ediliyor. Bir önceki röportajımızda Amerika'nın Erdoğan'sız bir parti istediğini söylemiştiniz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
ABD Erdoğan'sız bir AK Parti istiyor, evet. Bunu geçen hafta söyleyince şaşıranlar oldu. Hâlbuki yeni bir şey değil. Bu istekleri 2011 yılına dayanır. 2011 yılı Türkiye, Erdoğan ve AK Parti için bir tür kırılma yılıdır. Mesela Graham Fuller Erdoğan'ın 2011'den sonra değiştiğini söyler durur. Keza Morton Abramowitz ve Henri Barkey gibi önemli isimler de aynı şeyi söyler. FETÖ'nün AK Parti hakkında yaptığı gizli takibat da 2011'e dayanır. Daha o zamandan gizli gizli dinlemeye başlamışlar. Çünkü FETÖ'nün görevi hükümeti yönlendirmek ve gerektiğinde denetleyip sabote etmek üzerine kuruluydu.
2011 yılı o kadar önemli yani öyle mi?
Evet önemli. Mesela geçtiğimiz günlerde Fransız Le Monde dergisinde Gülen'in makalesi yayınlandı. Erdoğan'ın 2011 yılından itibaren değiştiğini söylüyor. Yine 2011 yılı dikkat edersen.
Peki, Erdoğan'sız AK Parti için lider adayı Gül müdür?
Akla ilk o gelir. Bu çok normal. Zaten AK Parti kurulduğunda lider Erdoğan olsa da siyasi yasaklı olduğu için başbakanlığı Gül yapıyordu. Deniz Baykal anayasa değişikliğine destek verince Erdoğan'ın siyasi yasağı kaldırıldı.
''BAYKAL DESTEK VERMESEYDİ GÜL DEVAM EDECEKTİ''
Baykal destek vermeseydi Gül devam edecekti. Baykal'ın verdiği destek Gül'ün önünü kesti ve Erdoğan'ı öne çıkardı. Muhtemelen Batılılar bu gelişmeye çok üzülmüştür. Hatta belki Baykal Batılıları üzmek için böyle bir karar almıştır. Kim bilir… Derin konular.
Sizce, Gül'ü özel yapan nedir?
Gül'ün Erdoğan'ın alternatif olması yeni bir şey değil. Bakın tarih vereyim: 18 Nisan 2014… O tarihte Erdoğan düşmanı yabancı bir gazete Türkiye'de etkinlik düzenledi. Gül de bu etkinliğe katıldı. O toplantıda yaptığı konuşmayı iyi okumak lazım. O konuşmada önemli bir cümle ediyor:
''2011'DEN SONRA İŞLER DEĞİŞTİ''
''Özellikle son 2-3 yıllık durgunluktan sonra yeni hamle yapma ihtiyacı çok açık bir şekilde ortada. Türkiye'yi yeni bir yörüngeye oturtmak için roketleri tekrar ateşlemek gerekir. Nasıl 2000 yıllarını başında ülkeyi yeni bir yörüngeye oturtup bütün bu reformcu süreci yaptıysak, şimdi artık roketleri tekrar ateşlemenin zamanı geldi''
Son iki üç yılda durgunluk oldu diyor. Üç yıl geriye gidince 2011 yılına tekabül ediyor. Yani 2002-2011'de çok iyi işler yaptık. 2011'den sonra işler değişti, fakat roketleri tekrar ateşlemek zamanı geldi diyor. Diyorum ya 2011 çok önemlidir. Ama neden diye sorma. Sonra konu başka noktalara gider.
Yapılan ittifaklar var. Cumhur İttifakı, Millet İttifakı… Kamuoyunda şöyle bir algı var, İYİ Parti'nin açılması, MHP'nin oy kaybetmesinden korkması nedeniyle AK Parti ile yanaştı. Bu durumu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
MHP'nin bugünkü konumu darbe girişiminden sonra başlayan ittifakla oluşmadı. Oluşum 2015 Haziran seçimleri ile başladı. O seçimden sonra AK Parti tek başına iktidar olma şansını kaybetti. MHP'nin önünde iki seçenek vardı. Ya AK Partiye karşı CHP ve HDP ile koalisyon türü bir ittifak yapacaktı. Ya da Ak Parti'nin saflarına kayacaktı. AK Parti 2015 Kasım seçimlerinde tek başına iktidar olunca bu yol ayrımı meselesi donmuş oldu. Ama darbeden sonra tekrar MHP'nin önüne geldi. Bahçeli AK Parti ile ittifakı tercih etti. MHP'nin bir bölümü bu gelişmelere karşı olduğu için ayrışıp yeni bir parti kurdu.
Bahçeli'nin bu tercihini nasıl yorumluyorsunuz? MHP ne kazandı ve ne kaybetti?
Bahçeli'nin verdiği karar sonrasında AK Parti nicedir istediği başkanlık sistemini gerçekleştirmiş oldu. Oyları yüzde 42 civarına düşmesine rağmen hem referandumda hem de genel seçimlerde istediğini aldı.
''MENFAAT DEĞİL, ''STRATEJİ''
Şimdi de yerel seçimlerde ittifak sayesinde bazı bölgelerde kaybetme riskini ciddi oranda azaltıyor. Yani ittifak AK Parti'ye oldukça yarar sağladı. Ama MHP'ye baktığımızda MHP bu karar nedeniyle bölündü. Üstelik MHP bir bakanlık bile istemiş değil. Bunların dışında muhalefet MHP'yi sert şekilde eleştiriyor. Geçmişte edilmiş laflar üzerinden MHP söylediklerini yutmakla suçlanıyor. Yani özetle MHP'nin bu işten menfaat sağlayamadığını aksine zarar gördüğünü, şiddetli eleştirilere maruz kaldığını görüyoruz. O halde şu soruyu sormak gerekiyor. Bahçeli neden böyle bir tercih yaptı? Bunun cevabını “menfaat” temelinde değil “strateji” temelinde incelemek lazım.
O zaman Bahçeli menfaat sağlamadı, strateji mi üretti diyorsunuz?
Öyle görünüyor. Bir defa Ak Parti açılım politikası yürütüyordu. PKK operasyonları bir dönem durma noktasına gelmişti. Fakat Haziran seçimlerinden sonra açılım politikası bitti. Şimdi adı bile geçmiyor. PKK'ya karşı amansız bir mücadele başladı. Bunlar Bahçeli'nin çok önceden beri arzuladığı politikalardı. AK Parti'nin İslamcı politikalarını hepimiz biliyoruz. Fakat şimdi A Haber gibi bir kanalda bile “kızıl elma” lafını duyuyoruz. Türkçü/Milliyetçi ekolden gelen bir tabir… Daha önce sözü edilen Kürdistan lafının artık reddedildiğini görüyoruz. Andımız konusu keza… Yani belki AK Partililer kızabilir ama Cumhur İttifakı'nın AK Parti'yi hafiften sınırlandırdığını ve biçimlendirdiğini görüyoruz. Buna karşın Bahçeli'nin geçmiş dönemde AK Parti aleyhine ettiği pek çok tweetin silinmediğini de görüyoruz. Demek ki bu ittifak ideolojik değil ülke şartlarının zorladığı bir ittifak diye düşünüyorum.
24 Haziran seçimlerinde CHP'nin adayı Muharrem İnce idi. Bu süreçte pek çok söylentiler vardı. Kemal Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce'nin kazanamayacağını bildiği için onu aday yaptı ve parti içinde kendisi ile rekabet etmemek, onu saf dışı bırakmak için İnce'yi aday gösterdiği şekilde söylemler mevcuttu. Sizin bu konu hakkında düşünceleriniz neler?
İnce, Kılıçdaroğlu'nun potansiyel rakibidir. Kılıçdaroğlu rakibini kazanması güç bir mücadeleye itti. İnce böyle bir durumda çekinmedi. Öne çıkmasını bildi. Ve kazanma ihtimali düşük olmasına rağmen popülaritesini artırdı. Buna karşın seçim gecesi İnce'ye itibar suikastı yapıldı.
Çok ciddi bir iddia bu… Emin misiniz? Sizce bunu kim yapmış olabilir?
Kesin olarak eminim. Kimin yaptığı konusunda isim veremem. Ama şurasını biliyoruz. Seçim gecesi CHP'nin sistemi oy oranını tespit edemedi. Yani CHP'nin elinde kesin bilgiler yoktu.
''HİLE VAR ALGISI OLUŞTU''
Fakat buna rağmen bazı yetkililer “kesin bilgi varmış gibi” açıklama yaptılar. Yetkililerin sunduğu bu bilgiler AA'nın verileriyle uyuşmuyordu. Haliyle “hile var” yönünde algı oluştu. İnce'nin seçimi tanımaması beklendi ama o “adam kazandı” dedi. Böylece muhalifler hayal kırıklığına uğradı. Susmakla ve sinmekle itham edildi. Eğer CHP'li yetkililerin bilgilerine göre hareket edip seçimleri tanımasaydı kaos olacaktı. Oysa birkaç gün sonra CHP'nin sistemi oy oranını tespit etti. Meğer AA'nın verilerine yakınmış. O halde şunu sormak gerekiyor. CHP'li yetkililer neden AA'nın verileriyle uyuşmayan bilgiler verip muhaliflerde hile algısı yarattı. Eğer İnce tedbirli davranmayıp seçimleri tanımasa kaos yaratmış olacak ve siyasi hayatı bitecekti. Ama onun hatası seçimden önce “gerekirse 40 bin avukatla YSK'nın önüne geliriz” demesi oldu. Yani bunu sık sık deyince halkta beklenti oluştu.
Tıpkı İsmail Metin Temel'in apoletlerinin sökülmesinde olduğu gibi mi diyorsunuz? İnce bu kadar sert tepki vermekle hata yaptığını ifade etmişti.
Onu bilemeyeceğim. Çünkü o olay bir garip geldi bana.
Nasıl garip, biraz daha açar mısınız?
Önemli bir general nasıl oluyorsa muhalif parti adayını eleştiren bir konuşmayı alkışlıyor. Muhalif parti adayı onu şiddetli şekilde eleştirip apoletlerini sökmekle tehdit ediyor. Bunun üzerine iktidar yanlıları hızlı şekilde generali sahipleniyor. Yani İnce bu kadar sert tepki göstermese belki de iktidar yanlıları böyle sahiplenmeyecekti. Siyasi atmosfer bunu sağladı. Akabinde general iktidar cenahının gözdesi haline geliyor. İnce'nin tepkisi sayesinde… Seçimlerden sonra İnce hata yaptım diyor. Kısa süre sonra general bulunduğu önemli görevden alınıyor. Pasif bir göreve atanıyor. Tuhaf gelişmeler bunlar. Detaya girmek istemem. Ama belki birileri bu dediklerimden bir şeyler anlar.
Yerel seçimlerde Kemal Kılıçdaroğlu vaatleri olsun biraz daha fazla bölgeyi almak için türlü uğraşlar veriyor. Şimdi, bu kadar canı gönülden daha fazla bölgeye hâkim olmak isteyen bir Genel Başkan, neden yerel seçimlerde bir şehri, bir mahalleyi kazanmış adayını tekrardan göstermez? Kırklareli Belediye Başkanı, Muharrem İnce'yi desteklediği için aday gösterilmediğini söylemişti. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Doğru bir strateji mi Kılıçdaroğlu açısından?
Kılıçdaroğlu'nu bu satranç tahtasının merkezine yerleştirmek yanlış. Bana kalırsa aday belirleme sürecinde asıl etkiyi Kılıçdaroğlu değil, parti içinde bir grup gösterdi. Hatırlarsanız yapılan bir toplantı esnasında yönetici hanım istifa etti. Sonra geri aldı istifasını. Şimdi bu hanım ve bu hanımla hareket eden diğer isimlere bakmak lazım. Bana kalırsa aday belirleme işinde baskın taraf onlar. Kadıköy ve İzmir adayları bunun açık örneği. Kılıçdaroğlu'nun partideki süresinin dolduğunu düşünüyorum.
Neden Kılıçdaroğlu'nun süresi doldu?
İnce pasifize edildi. Ekibi tasfiye ediliyor. Bunlar Kılıçdaroğlu eliyle yapıldı. Şimdi güçlü ve popüler bir alternatif olmadığına göre artık o da gidebilir ve böylece parti içinde mevcut “sivil cunta” dediğim ekip kontrolü ele alabilir.
Sivil Cunta diyerek kastettikleriniz kimler? Ve onları nasıl tanımlıyorsunuz?
İsim vermek istemiyorum. Ama Atatürkçü olmadıklarını söyleyebilirim. Hatta ispat bile edebilirim. Benim partilerle pek işim olmaz. Fakat CHP sıradan bir parti değil.
''PEK ÇOK AÇIDAN ATATÜRK'E KARŞILAR''
CHP dediğiniz parti, Milli Mücadele'yi yürüten Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nin devamıdır. Çoğu insan bilmez. Bahsettiğim bu cemiyet Yunan'ı yendi ve Türkiye'yi kurdu. Şimdi böyle kutsal bir cemiyetin devamı olan CHP, aslında her vatandaşın manevi bir bağla bağlı olduğu kuruluştur. Haliyle CHP herkesin partisidir. Ben CHP üyesi değilim. Ama ben Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nin manevi üyesiyim. 82 milyon insan da öyledir. Haliyle 82 milyon insan bu ülkenin kurucu örgütünün devamı olan CHP hakkında söz söyleme hakkına sahip olmalıdır. Ben Atatürk'ün partisinin düştüğü hale üzülüyorum. Sivil Cunta dediğim grubun Atatürk'le ilgisi yok. Hatta pek çok açıdan Atatürk'e karşılar. Tepki çekmek için söylemiyorlar.
Mesela Atatürk'e karşı olmalarına bir örnek verir misiniz?
Seyit Rıza isimli şahıs 1937'de devlete isyan etti. 6 şehit verdiğimiz karakol baskınında bizzat yer aldı. Ve yakalanıp idam edildi. Bunların tamamı Atatürk'ün bilgisi dâhilinde oldu. Fakat nasıl oluyorsa bazı CHP'liler bu adamın heykelinin önünde tören yapıyor. Böyle saçmalık olur mu? Bu, AK Parti'lilerin Gülen heykeli önünde tören yapması gibi bir şey. Tamamen kaçıklık.
CHP kısaltmasını kullanıyorsunuz ama AKP demiyorsunuz? Nedenini öğrenebilir miyiz?
Çünkü AK Parti yönetimi AKP denmesini istemiyor. Kendilerine AK Parti denmesini istiyorlar. İnsan ve örgütler kendilerine nasıl hitap edilmesini istiyorsa öyle hitap etmek gerek. CHP'nin CHP denmesinden rahatsız olduğunu hiç duymadım. O yüzden CHP diyorum. Mesela İYİ Parti de kendisine İYİ Parti denmesini istiyor. İP demiyorum bu nedenle.
Birkaç takipçiden gelen soruları da size yöneltmek isterim. Genellikle en çok merak edilen sorulardan ilki Mersin krizi… Burhanettin Kocamaz'ın Mersin'de aday gösterilememesi, daha sonra Demokrat Parti ile olan teması. Aslında Yüksek Seçim Kurulu'na 17.00'den önce aday listesinin verilmesi getiriliyordu. Ancak geç getirilmemesi İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener için bu durum sorumsuzluk değil, bir kumpastı. Sizin bu konuda fikriniz nedir?
Sorumsuzluk yahut kumpas… Sebebi ne olursa olsun bu tip durumların yaşanması örgüt disiplininin zayıf olduğu anlamına gelir. Ya beceriksizlik var. Ya da sızmalar var ve bunlar tespit edilememiş. Sızma varsa tespit edilmesi gerekir. Yani şey gibi düşünün… Kale duvarlarında gözcü unutmak yahut ajanı kale duvarına gözcü yapmak… Kaleyi savunan için iki ihtimal de zayıflıktır. Ben o açıdan bakıyorum. Ama Kocamaz için üzüldüm. Kim olsa üzülürdüm böyle bir durumda. Neticede seçilme ihtimali de var. Belli ki halk onu istiyor. O halde basit prosedürler halk iradesinin önünde durmamalı. Bir çözüm üretilmeli. Böylesi milli irade için daha doğru olur.
Takipçilerin merak ettiği bir diğer soru ise, olur da AK Parti 3 Büyükşehir'i kaybeder de CHP kazanırsa, ekonomik durum ne olur? Bir de bu durum sizce hangi sonuçları doğurur?
Üç büyük il muhalefet eline geçerse bunun genel seçimlere de etkisi olur. Mesela 1995 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara Refah Partisi'ne geçmiş ve bu durum ileride Ak Parti'nin elini güçlendirmişti. Halkla temas anlamında önemli etki yaratıyor belediye seçimleri. Mesela İYİ Parti önemli belediyeler kazanır ve orada başarılı politikalar uygularsa genel seçimlerde etkisini görür.
Bir diğer konu Pakistan ve Hindistan arasındaki kriz... Daha önce 3 kez savaştıklarını biliyoruz. Ancak bu sefer durum biraz daha farklı gibi... Çin'den bir açıklama geldi ‘Gerilimi arttırmayın' diye. Oysaki Çin'in Güney Asya'ya katılımının artması ile Hindistan'da bölgesel ekonomik bir zorluk getirmişti. Sizce Çin, neden Hindistan ile Pakistan'ın arasındaki gerilimin artmasını istemiyor?
Asya'da çok güçlü devletler doğuyor. Çin bunlardan en önemlisi… Sonra Hindistan geliyor. Hindistan dediğimiz ülke çok karmaşık ve kalabalık. Doğusunda Çin gibi sorunlu bir komşusu var.
''HİNDİSTAN, ABD'YE YANAŞACAK''
Batısında ise Pakistan gibi sorunlu komşusu var. İki tarafı da sorunlu komşularla çevrili… Üstelik komşularla mevcut sınırlar savaştan sonra çizilmiş suni sınırlar. Sınırlar kültürel, milli ve sosyolojik şartlara göre çizilmezse sorunlar yaratır. İki taraf da hak iddiasında bulunur. Avrupa bu sorunları AB gibi stratejik bir örgütle çözdü ama Asya'da böyle bir örgüt yok. Haliyle ülkeler agresif olabiliyor. AB örgütü, üye devletlerin çatışmaya girmesini önleyen özelliklere sahip. Ama Asya bundan mahrum... Haliyle sorunlar, ülkeleri tedirgin ediyor. Ufak anlaşmazlıklar çatışmaya dönebiliyor. Çin ve Rusya ciddi bir ittifak yapmış durumda. Pakistan ise Hindistan'daki Müslüman nüfusu etkiliyor. Hindistan iki yanındaki sorunlu komşulardan ötürü oldukça tedirginlik yaşıyor. Yaşanan çatışma Hindistan'ı daha da tedirgin edecek ve Çin'in hasmı ABD'ye yaklaştıracaktır. Böylece Uzak Asya'da Hint-Japon-Amerikan ittifakı ihtimali doğacaktır.
Peki, sizce bu durumda Rusya'nın tepkisi ne olur?
Hiç istemezler. Çünkü Ruslar Hindistan'ı kaybetmek istemiyor. Hiç değilse tarafsız kalmalarını isterler. Hâlihazırda Rusya Hint-Çin ve Pakistan-Hint sorunlarını çözmek için oldukça çaba gösterdi. Ama görülüyor ki başarılı olamıyor. Olması da zor.
Peki, biraz da kişisel sorular soralım size. Hakkınızda FETÖ'cü iddiaları var. Ne diyorsunuz?
Popüler bir iftira… Normal buluyorum. Ülkemizde FETÖ hala tam olarak anlaşılamadığı için kimin FETÖ'cü olabileceğini tahlil etmek zorlaşıyor. Fakat bireysel olarak örgütle hiç temasım olmadı. Yani ne yurt, ne ev, ne sohbet, ne banka hesabı, ne gazete aboneliği, ne dershane… Bunun nedeni benim fikirsel temellerimin Oktay Sinanoğlu ve Attila İlhan tarafından atılmış olmasıyla alakalı.
Biraz daha açar mısınız?
Bahsettiğim iki insan da Amerikan karşıtı. Üstelik bağımsızlık yanlısı ve Atatürk'ü iyi anlamış iki insandan bahsediyoruz. Ben onların kitaplarıyla ve konuşmalarıyla büyüdüm. Mesela sık sık bahsettiğim İkili Anlaşmaların İçyüzü kitabını Sinanoğlu sayesinde okudum. Şimdi hal böyle iken FETÖ gibi Amerikan kuklası ve bağımlı bir örgütle ne işim olabilir ki? Daha 2008 yılında Attila İlhan sayesinde FETÖ'nün nasıl ve ne şekilde dizayn edildiğini biliyordum.
Nasıl biliyordunuz?
Çok basit. Attila İlhan'ın “Hangi Laiklik” kitabı sayesinde. O kitabın girişteki makalesinde 1990 yılında Graham Fuller'in Cumhuriyet'e verdiği mülakattan bahsediliyor. Fuller mülakatta yeni bir modelden bahsediyor ve Atatürk'ün fikirlerinin artık çağı karşılamadığını, daha İslami bir modelin gerekliliğini anlatıyor. Ilımlı İslam'ı yani… Bu model sayesinde Türkiye Ortadoğu'da öncü ülke olabilirmiş. Öyle söylüyor. Attila İlhan da “Ilımı İslam” modelinin Türkiye'de yerleşmesi için yeni bir siyasal düzen geleceğini, ABD'nin Ilımlı İslam modelini Türkiye üzerinden Ortadoğu'ya ihraç edeceğini söylüyor. Şimdi bunu okuyunca model sahibinin FETÖ olduğunu zaten hemen anlıyorsun. FETÖ'nün Ilımlı İslam ve hoşgörü konusundaki tutumu belli. Benim daha 2011 yılında Ilımlı İslam'ı yeren tweetlerim var. Kaldı ki Balyoz ve Ergenekon gibi kumpasları FETÖ'nün güçlü olduğu dönemde eleştiriyorum. Gülen ve STV ile dalga geçen, STV'nin mahkeme kararlarını önceden açıklamasının ne kadar yanlış olduğunu, Silivri'nin dışarıdan daha güvenli olduğunu yazıyorum. Dikkatinizi çekiyorum, tweetlerin tarihi 2013 öncesi. Yine Başbuğ'un tutuklanmasını da eleştiriyorum.
FETÖ'nün güçlü döneminde onları eleştirdiniz öyleyse?
Evet. FETÖ ile herhangi bir somut bağım yok. FETÖ'yü teorik olarak eleştiren hatta FETÖ'nün Amerikalı patronlarını eleştiren iki önemli insanın fikirleriyle şekilleniyorum. FETÖ'nün güçlü ve legal olduğu dönemde hamlelerini eleştiriyorum. Tweetlerimde FETÖ'nün Türkiye'de nasıl güçlendiğini anlatıyorum. Hatta bırakın FETÖ'yü… FETÖ'yü besleyen ABD'nin Türkiye'de nasıl hegemonya kurduğunu, ABD'nin kurduğu bu hegemonyanın ne zaman ve nasıl başladığını anlatıyorum. FETÖ'nün bu hegemonya sayesinde ABD'nin kontrolünde kurulduğunu defalarca anlatıyorum. Şimdi ben FETÖ'cü olsam bunlar olur muydu? Bir defa Türkiye'de hangi FETÖ'cü “İkili Anlaşmalar” gibi derin konuları işlemiş, anlatmış? ABD'nin Türkiye'ye nasıl çöktüğünü, 1945'ten itibaren nasıl her yeri ele geçirdiğini anlatan bir tane FETÖ'cü görülmüş mü? Bırakın FETÖ'cüleri bu konulara giren kim var? Kaç kişi var?
Sizce yok mu?
Evet yok. Çünkü bunlar Türkiye'nin gerçek sorunlarıdır. Ve Türkiye, gerçek sorunlarını konuşup tartışabilecek seviyeye gelmiş durumda değil. Gerisini siz düşünün. Rahmetli Oktay Sinanoğlu bunları anlatıp dururdu. Kim çağırmış televizyona? Meltem TV çağırmış, Hulki Cevizoğlu çağırmış ve Turgay Güler çağırmış. Hükümet yanlısı gazeteci bile çağırmış ama sözüm ona Atatürkçü gazeteciler ne yapmış? Böyle önemli konuları anlatanları pek göremezsin. Şimdi hal böyle iken merak ediyorum, bunlardan bahseden ben niye ve nasıl FETÖ'cü oluyorum? Mantığa aykırı.
Ancak sizi Atatürk üzerinden prim yapmakla suçlayanlar da mevcut. Bu konuda neler diyeceksiniz?
Ben Atatürk'ü çok okumuş biriyim. Bunu kendini beğenmişlik olarak görme sakın. Tahmin edemeyeceğin kadar Atatürk'le ilgilenmiş biriyim. Onu tanıdıkça ve anladıkça onun ne kadar yanlış tanındığını gördüm. Bunu öyle iyi görüyorum ki gerçek Atatürk'ü anlatmak ve aktarmak istiyorum. Ve ona inanılmaz borçlu hissediyorum. Yani bunu tarif edemem. Bir gün Atatürk konusunda özel bir röportaj yaparsak daha uzun anlatırım.
Olabilir. Ama şimdilik kısaca bahsetmek isterseniz, neler söylemek istersiniz?
Atatürk'ün pek çok yönü var. Zeki biri. Hızlı öğreniyor ve hafızası kuvvetli. Aynı zamanda cesur… Çanakkale'de olsun, pek çok savaşta olsun ölüm riskini göze alabiliyor. Daha pek çok özelliği var. Ama bunların dışında beni asıl vuran tarafı vatanseverliğidir. Bir insan memleketini, halkını bu kadar mı sever? Bu beni çok etkileyen tarafıdır. Bitmek bilmeyen bir hizmet şuuru var. Onca şeyden sonra “yeterli” demiyor. Zaten en sonunda Hatay uğruna sağlığını hiçe sayıp ölüme yürüyor. Öyle bir adam işte.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...